Dubrovik’e devam ediyoruz. Geçen yazımda gittik, şehri gezdik. Bu yazımda da, bir gün gidersen ne yemeli, ne içmeli, nerede eğlenmeli, alış veriş yapmalı hepsini anlatıcam. Aklına eserde gidersen, bu yazı çok işine yarıyacak, bu iyiliğimi de yaz bir yere.
Kahvaltıdan başlıyorum olaya. Bizim ki gibi bir kahvaltı sakın bekleme. Omlet bulduğun yerde, Allah’a şükret, bunu da bulamayanlar var diyerek onu bulduğuna razı ol. Old City de saat kulesini görürsün. Sırtını saat kulesine verdiğinde, hemen sağda Cele var. İlk fotoğrafta gördüğün yer. Hem dışarıda oturup, etrafı seyrediyorsun, hem de öğleden sonra saatlerine kadar omlet bulabilirsin. Hırvatlar da bizim gibi gelene geçene bakmaya pek meraklı. Benim gibi çaysız duramayanlardansan, earl grey sallama bulma imkanın da var. Bu arada, öğün aralarını dilim pizzayla geçiştirebilirsin.
Akşam yemeğinde balık yemek istersen, limanda ki yerlerden ziyade, yine Old City’nin içinde olan Penatura mükemmel. Gördüğümüz en sempatik garsonlara sahip. Tuvaletin yerini falan size Türkçe söyleyerek şaşırtma yetenekleri de var. Masayı, ayıptır söylemesi, neredeyse donattık. Hesap ise, güneyde bir yere, böyle bir masaya ödeyeceğiniz ücretin 2/3'ü gibiydi. Yalnız midye yemeni tavsiye etmem. Bizim midyelerimiz onlarınkinin yanında sanat eseri gibi. Bir de Boşnak yemekleri yapan Taj Mahal var. Menüsü bizimkine benzediği için pek önemsemedik. Kebap yemek istersen, orayı tercih edebilirsin.
Altın bilgi ise, bütün çeşme sularının içilebilir oluşu. Tarihi çeşmelerden, (ikinci fotoğraf) musluklardan, her yerden su içebilirsin. Küçük şişe suyu 1 Euro. Tavsiyem, gittiğin gün bir şişe alıp, sonra o şişeyi doldurup doldurup içmen.
Bir hafta önce gitsek denize girerdik ama ekim sonu pek cesaret edilecek gibi değildi. Duyarlı bir blogger olduğum için, denize girmesem de, en iyi plajının “East West” olduğunu senin için öğrendim.
Benim gibi bir jazz seversen, Old City’de ki “Troubadour” diyorum.(üçüncü fotoğraf) İyi ve kaliteli müziği burada dinleyebilirsin. Garsonun adının Türkçe telaffuzu Demiğr gibi bir şeydi. O’na İstanbul’u anlatırsanız, shut ikram edebilir. Özel biraları olan, Karlovacka’yı da tavsiye ederim. Oraların Efes’i gibi bir şey.
Gece kulübü olarak da Fuego ve Revelin var. Fuego ergen yuvası. Tercihin kesinlikle, suratsız dj’ine rağmen Revelin olsun. (dördüncü fotoğraf) Orada da fiyatlar, burada aynı standartlarda bir yere ödeyeceğinin 2/3’ü kadar.
Old city de ki küçük ve şirin art galleryleri mutlaka görmelisin. Uygun fiyata çok güzel yağlı boya resimler bulabilirsin. Bu art gallery lerin birisinde, sahibiyle sohbet ederken Osvaldo Cavandoli’nin İtalya’dan Dubrovnik’e yerleştiğini, çoluk çocuğa karıştığını ve orada öldüğünü öğrendim. Tasarım ve özel bir şeyler ararsan da, Michal Negrin’i tavsiye ediyorum. O da saat kulesinin hemen arkasında. İçeride ki elbiseler, takılar, anahtarlıklar… hepsi de tasarımdı. Çok güzellerdi ve benim için fiyatları fazlaydı. Bir daha gidersem, orası için ayrı bir bütçe ayıracağım. Çok fena içimde kaldı.
Hırvatlardan ve tutumlarından bahsedecek olursam, öncelikle çok uzunlar. Kadını da erkeği de çok uzun. Ben kendimi hobit gibi hissettim. Allahtan Japonlar ve Koreliler vardı da, komplekse girmeden döndüm geldim. Uzun olmalarının dışında ise sıcakkanlılar. Çok fazla Türk turist olmasından yada Akdeniz insanı olmalarından olabilir, bilemiyorum. Biz ters hiçkimseyle karşılaşmadık. Bu aralar deli gibi Muhteşem Yüzyıl ve Fatmagül’ün suçu ne’yi izliyorlar.
Gezdiğimi, gördüğümü, yediğimi, içtiğimi de anlattıktan sonra, Dubrovnik yazılarıma burada son veriyorum. Haftaya Mostar yazıma beklerim. Byeeeeee.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder