27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yaz Bitmeden...


Ne yazık ki, yüzdük yüzdük bu yazın da sonuna geldik. Yaz biterken içinde oluşan kekremsi burukluğu çok iyi biliyorum. Bi “eylül” demek insana bu kadar mı hüzünlü gelir, bana geliyor işte. Yaza girerken yapmayı düşündüğün binlerce şey ve yaz biterken yarısını bile yapmamış olduğunu fark etmen… Diyelim ki yaptın, yine fark etmez ki. Yazın her zaman yapılacak bir şeyler daha vardır. Ne kadar tatil yaparsan yap asla yetmez, ne kadar çok konsere gidersen git, hala canlı canlı dinlemen gereken birileri vardır, hala tadına bakılmayan yaz kokteylleri, açık havada tadına doyulmayan yaz sohbetleri, günün ilk saatlerine kadar yıldızlara bakarak dans etmek istiyorsun hala belki… Bu örnekler sonsuza kadar uzayabilir. Konu “yaz” çünkü ama asıl anlatmak istediğim başka.

Genelde “yaz bitmeden  şunu yapalım, bunu yapalım” deriz ve bir sonraki yaza en son ne yaptığımızı bile hatırlamayız. Yapamadıklarımızı düşünerek sonbahara giriş yaparız. Ben bu yaz, bunu yaşamak istemedim. Radikal bir karar vererek “yazı bitiriyorum” dedim. Sim le birlikte yanımıza Bih’i de alarak harika bir gün geçirmeye karar verdik. Bütün gün havuz, akşama da rakı balıkla yazı bitirdik. Dedik ki, “ öyle ya da böyle yazı geçirdik, şu anda da bitiriyoruz, sonbaharı karşılıyoruz. bundan sonraki planlar sonbahar için. Güzel bir sonbahar bizi bekliyor, sağlıklı mutlu bir yaz geçti” diyerek son noktayı koyduk. İyi mi oldu, vallahi harika oldu. Hala tatil planım var mesela ama sonbahar için. Yine havuza gidicem ama yazın değil, son baharda. Böylece son baharın hakkını da vermiş olarak, olağan üstü bir sonbahar geçireceğimi düşünüyorum.

Bu kadar yazıp anlatmamın sebebi, aynı şeyi sana da tavsiye etmem. Bir yerlere gitmek zorunda bile değilsin, evde sevdiğin arkadaşlarınla harika bir yemek de yiyebilirsin veya ailenle yaptığın pazar kahvaltısıda olur. Önemli olan, yazın bitiyor olmasının sana verdiği o burukluğu yok edip, yaşasın sonbahar diyebilmen. Son bahara da aynı enerjiyle girebilmen.

Şimdi, yaz bitmeden, sivri sineklerle vedalaşarak, harika bir organizasyon yap. Son baharı mutlu mutlu karşıla. Sana geldiğine o da sevinsin ;)

21 Ağustos 2012 Salı

Curcuna


Bayramdan önceki cumartesi As la Taksim de buluşmaya karar verdik. Nereye gideceğimiz konusunda iki seçenek vardı. Birisi Nu Teras, diğeri ise Kafe Pi’nin yeni mekanı olan Curcuna. As bana telde, ikisinden birine gideriz dediğinde içimden “Allahım inş Nu Teras’a gideriz, Curcuna’ya gitmeyiz” diyerek sayıklamaya başladım fakat ne oldu? Yolda aradığımda “Seçilcim, tatlım Naz’la Curcuna’ya oturduk, şuradan geçiyorsun, şuradan dönüyorsun” diyerek yolu tarif etti. Çok acı.

Curcuna’ya gitmediğim halde gitmek istemememin en önemli sebebi buranın bir Cafe Pi yapımı olması ve  Cafe Pi’lerin yaş ortalamasının çok düşük olması, e  haliyle aynı müsteri portföyünü orada da göreceğimi düşünmemdi.

Peki ne oldu ? harika bir terasla karşılaştım. Manzara inanılmaz. Dekor da güzeldi, fakat atlı karınca, sandalyelerin değişik olması, masaların değişik olması bana Çapa’nın mekanlarını hatırlattı. Ben gittiğimde sakindi, bir süre sonra kalabalıklaştı ve yaş ortalaması konusunda yanılmamam yüzüme acı bir tokat gibi vurdu. Bir de long island istedik, short bir bardakta geldi. Kırk yıllık long island, shuttan hallice bir bardakta gelince, bi afallama yarattı tabi.

Bunların dışında mekan çok güzel. Üniversiteye gidiyorsanız veya lisedeyseniz, kesinlikle tavsiye ederim. Çok eğlenirsiniz. Müzikler de iyiydi. Fakat işte güçteyseniz, o yıllar geride kaldıysa, akşamüstü gidin, bir şeyler yiyerek manzaranın tadını çıkarın. Daha fazlası bayar. Ha bir de long island istemeyin.   

14 Ağustos 2012 Salı

Game of Thrones da Neler Olmuş Bitmiş


İkinci sezonu da, tıpkı birincisi gibi hunharca durmadan yemeden içmeden kesilerek izlemeye başladık ve mutlu sona iki günde ulaşarak ikinci sezonu bitirdik. Ardından içimizde derin, apansız, yeri taaa nisan 2013 de dolacak bir boşluk oluştu ama konumuz bu değil.

İkinci sezon, birinci sezona göre daha durağan geçiyor fakat sonlara doğru bayaa toparlıyorlar. Birinci sezonda Ned Stark ın ölümü hepimizi pek bir sarsmıştı, ikinci sezona intikamı alınır umuduyla başladım ama olaylar öyle hemen gelişmiyor. O çemçük ağızlı Joffrey ikinci sezonda da aynı pisliğine devam ediyor ( pisliğinde boğulur inşallah ) evlat olsa sevilmicek. Tyrian Lannister cüce falan ama ondaki zeka, alaycı tavır kimsede yok. Ülkecek gururumuz olan cücenin sevgilisi rolündeki Sibel Kekilli bu sezonda diziye bayaa bayaa girmiş. Üçüncü sezona da yerini sağlamlaştırmış. Afferin. Kraliçe Cersei Lannister bu sezonda da ensestte sınır tanımadığını gösteriyor. Jamie ise bütün sezon Cersei ye aşığım havalarında ama geçsin yani bunları. Dragoyu ikinci sezonda bir kez daha görüyoruz, gördüğüm an bittiğim an oldu. O Dragoya nasıl kıydılar yaa ilk sezonda, insafsızlar. Khalessi ve ejderhalarının gücü ise sonlarda ortaya çıkıyor. O zamana kadar Khalessi ne kadar abukluk varsa yapıyor ama sonlara doğru aklına başına topluyor. Catelyn Stark dizinin en güçlü kadınlarından biri ama sezon boyunca o Robb u  “sen kralsın” diyerek gazlaya gazlaya bi hal oldu ama o da napsın, elinde bi Robb kaldı. Sansa Stark ise Joffrey den nefret ediyor fakat ölüm korkusundan “kralım kralım” diyerek geziyor. Korkusundan kızcağız bir kere bile Arya yı soramadı. Arya ise tam çocuğum olursa bunun gibi olsun diyeceğim türden. Kıvrak zekasıyla girmediği delik, tanışmadığı insan kalmadı, üçüncü sezonda Aryayla ilgili acayip şeyler olacak. Jon Snow dan da bahsedicem ama ya çok uzun bahsedicem ya çok kısa. Karar verdim çok kısa bahsedicem. Her zamanki gibi birey olamadı ikinci sezonda da. Çocukta bir eziklik, bir vur sırtına lokmasını alcılık. Atamadı onu üstünden. Ama üçüncü sezonda onda da kıvılcımlar olacak umutluyum.

Offf hiç biri değilde, iki ay yayınlanıp, 10 ay tatil yapan dizi mi olur yaa, bu ne vurdumduymazlık, bu ne adam sendecilik, nasıl beklicez şimdi nisanı.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

Cremeria Milano, Hastasıyım...


Gerçekten hastasıyım. Bu güne kadar yediğim en harika dondurmaları yapan muhteşem dondurmacı. Hakiki Maraş yazarlar ya, dondurmacılar. Bu, hakiki İtalyan dondurmacısı. Ben Nişantaşında olanını biliyorum ama Beyoğlu, Bebek, Şaşkınbakkal ve cadde şubeleri de varmış. Yakınlarınızda varsa hemen gidin bir top alıp, dünyanızı şaşırın.

Geçen gün Bih ısrarlarıma dayanamadı ve evden “hem yürüyüş olur, bir topda dondurma yeriz” diyerek çıktık. Her şey iyi hoş. Gitmeden önce uyardım, “bak kız tezgahtar mülayim ama diğer çocuk biraz ters” dedim. Sanki bunları diyen ben değilmişim, O bunları hiç duymamış gibi gitti çocuğa “ben organik istiyorum” dedi. Çocuk da “biz de hepsi organik, hatta Türkiye için fazla organik” diyerek bizimkine böğürdü. Sonra ben sevimlilik olsun diye” dün bana tavsiye ettiğiniz bi çeşidiniz vardı, şuydu galiba” dedim parmağımla işaret ederek sevimli sevimli, en tatlı gülümsememle. Ne oldu, ters tepti. “dün size ne tavsiye ettiğimi nereden bileyim” diyerek bana da böğürdü. Ama kızmadım, işleri zor, gelen herkes “bu neli, bu neli “diye sorarak acayip dondurma çeşitleri arasında bocalıyor. Bence işe iyi başlayıp, gün içinde mod değiştiriyorlar.

Bir top 5 lira ama kocaman, sonuna kadar hak ediyorlar o 5 lirayı. Bir topu iki çeşide sığdırma gibi bir politikaları da var. Dondurmasında ki tek kusur, hemen erimesi. Bu da İtalyan dondurmalarının ortak özelliği zaten ama yine de bu hızlı erime bende zaman zaman Japon korku filmi etkisi yaratıyor.  

Mojitolu ve tiramisulu dondurmasıyla ciddi ilişkim var. Yakında ailemle tanıştırıcam. Müptelasıyım.

1 Ağustos 2012 Çarşamba

Kalp, Kriz Geçirirken...


 Pazar günü Önr aradı. Uzun zamandır konuşmadığımız için şaşırarak açtım telefonu. Nbr nasılsın faslını geçtikten sonra, dedi ki “Seçil ben kalp krizi geçirdim, iki hafta yoğun bakımda yattım, şimdi iyiyim” ben tabi ufak çaplı bir şok geçirdim. Teli kapattıktan sonra ne söylediğimi bile hatırlayamadım. Daha 33 yaşında. Sürekli bunu düşünüyorum 33 yaşında ki bir insan nasıl kalp krizi geçirir.

Ertesi gün salim kafayla tekrar aradım. Olanı biteni iyice öğreneyim istedim. Şimdi sana hayati önem taşıyan bir şeyden bahsedicem. Lütfen çok dikkatli oku.

Önr krizin geldiğini anladığı anda, bir şeyler olduğunu fark etmiş, ayağa kalktığında ise dizlerinin üstüne düşmüş, yürüyememiş. İşte tam o anda, okuduğu bir şeylerden aklında öksürmenin krize engel olduğu gelmiş. Öksürmek tıkalı damara baskı yapıyormuş. O da öksürmüş. Öksürmeyle birlikte direnç kazanmış. Öksürdüğü için ayağa kalkabilmiş, taksiye binip hastaneye gidebilmiş. Sonrası zaten yaşam kalım savaşı. Şükür hayatta.

Doktor olmadığım için çok net faydası şudur budur yazarak yanlış yönlendirmek de istemiyorum ama böyle bir geyik var. kriz anında öksürmek çok önemli. Doktorlar son yıllarda kalp krizinin yaş olarak daha da düştüğünden ve gençlerde kurtarmanın çok zor olduğundan bahsetmişler. Önr ye de “yaşaman mucize” demişler.

Umarım uygulamak zorunda kalmazsın. Ama aklında bir yerlerde bulunsun.