30 Mart 2012 Cuma

Aşkın Sıradanlığı



      Dün akşam annemle yediğimiz yemekten sonra, programımız dahilinde İstanbul Devlet Tiyatrosu oyunu olan Aşkın Sıradanlığı na gittik. Gitmek istemememe rağmen, annem Nurinisa Yıldırım oynadığı için, ısrarla izlemek isteyince bana seçme şansı kalmadı. Oyuncular Nurinisa yıldırım, Saydam Yeniay, Deniz Elmas ve Efe Tuncer.

     Konu aşk, siyaset ve felsefe üçgeni arasında geçiyor. Nazi Almanyası öncesinde ki bu gerçek aşk hikayesi üniversite öğrencisi olan Yahudi asıllı Hanna ile felsefe profesörü Alman Martin Heidegger arasında.

    İlk on beş dakika gerçekten çok sıkıldım, ama sonrasında baktım ki çare yok, izlemek zorundayım, daha bir dikkatli izlemeye başladım. İyi ki de öyle yapmışım, oyun sonlara doğru güzelleşti de güzelleşti. Senaryo da inanılmaz bir alt metin var aslında, bu alt metini de oyuncular seyirciye aktarabildikleri kadar aktarıyorlar.

    Martin' le Hanna' nın bazı sahnelerinde elimde imkan olsun durdurim, replikler üzerinde biraz düşünim, hatta çay kahve olsun, üç beş kişi daha olsun repliklerden yola çıkarak felsefe üzerine biraz konuşalım, sonra ben oyunu tekrar başlatayım istedim ama olmuyor tabi öyle.

   Oyunda en beğendiğim replik " Nazilerin çoğu çocuklarına düşkün babalar, müziksever kişilerdi. Ürkütücü olan onların normalliğidir. Kötülüğün sıradanlığı işte budur. " oldu.

   Bir de böyle döner sahne falan yapmışlar. Sahnenin bir tarafında Hanna' nın gençliği, sahne dönüyor hooop Hanna' nın otuz kırk yıl sonraki hali. O da baya fantastik olmuş. Gidin izleyin derim ben.

29 Mart 2012 Perşembe

İstanbul Film Festivali Başlıyoooooorrrrr !!!

     15 Gün boyunca birçok semtte 200' den fazla filmle  İstanbul Film Festivali şölen gibi geçecek. Bu festival ( bilmeyenler için belirteyim hemen ) Akbank ve İKSV ortak yapımı. 31 Mart ve 15 nisan arasında olacak unutmayın.

    Festivalde dünya prömiyerlerini yapan yepyeni filmler de var, unutulmayan klasiklerde, usta yönetmenlerin başyapıtları da, dünya festivallerinden ödüllerle dönen filmlerde var.

   Bu seneki sinema onur ödülleri Ali Özgentürk'e, Ayşen Gruda' ya, Halit Akçatepe' ye ve eleştirmen Sevin Okyay'a verilecekmiş. Festivalde Ayşen Gruda ve Halit Akçatepe' nin beraber oynadıkları " süt kardeşler " de var. ( sinemada izlemek için sabırsızlanıyorum.)

    İKSV bu sene 40 ıncı yılını kutladığı için 1973' den itibaren her on yıldan seçilmiş beş film de izleyebileceğiz. ( İşte bu benim bayıldığım olay oldu ) İki müzisyenin ( Liza Minelli ve Robert De Niro onlar ) ve bir caz filmi olan New York New York bu filmlerden bir tanesi. Rock filmi isterseniz o da var, Alan Parker' ın Pink Floyd' un müziklerinden ve sözlerinden esinlenerek çektiği " The Wall " var.
Ben bu iki filme, hatta Süt Kardeşler' i de ilave ediyorum üç filme kesin gidicem, bir de gitmek istediklerim var tabi. Onlar da:
- 24 Saat Parti İnsanları
- Tess of the d' Urbervilles ( günümüz Hindistanına uyarlanmış )
- Albert Nobbs ( Erkek kılığına girerek iş arayan bir kadının hikayesi )
- W.E. ( Madonna' nın ikinci yönetmenlik deneyimi )
- Chicken With Plumps ( İran efsanelerini masal tadında anlatan bir film )

    Bunlar en çok gitmek istediklerim. E gönül istiyor 200 üne de gideyim ama ...

28 Mart 2012 Çarşamba

Kantin - Nişantaşı


     Şemsa Denizsel Atilla' nın sahibi ve aşçısı olduğu bu değişik mekana, bir gün yolunuz düşerse mutlaka uğramalısınız.

     İsmi bence çok yaratıcı, herkesin nefes aldığı bir yer olmasında, adının da büyük payı olduğunu düşünüyorum. Hani dersten sıkılırsınız, karnınız acıkır, teneffüste de bi kantine inelim yaa dersiniz ya, hah işte aynı öyle bir yer.

    İlhamını esnaf lokantalarından almış ama siz bir esnaf lokantasına gider gibi gitmeyin. Çünkü o beklentiyle giderseniz, " hangi esnaf lokantasında somonlu çıtır var, hangi esnaf lokantasında içecekler kadehte geliyor, biz bu güne kadar hangi esnaf lokantasında odun fırında sebze, zeytin tapenade, üzerine de cheescake yedik " diyebilirsiniz. Bu yüzden beklentinizi yüksek tutarak buranın esnaf lokantasıyla şık bir restaurant arasında bir yerlerde olduğunu unutmayın.

    Menü ikiye ayrılıyor; her gün çıkan yemekler ve mevsime göre çıkan yemekler olarak. Mutfak ortada gibi bi şey, yapılan her şeyi görebiliyorsunuz. Benim gördüğüm kadarıyla da oldukça temizdi.

    Bu kadar temiz, ürünleri organik ve çalışanlarının güler yüzlü olduğu bir yerde de fiyatlar ona göre fark ediyor, yani bu konuda da esnaf lokantası beklentisinde olmayın.

Adres: Akkavak sok.30 , 34365 Nişantaşı

27 Mart 2012 Salı

The Artist Sessiz Değil, O Film de Bangır Bangır Ses Vardı


      Cumartesi akşamı evde olunca ve tv de Okan başlayana kadar izleyecek hiçbir şey olmayınca film izlemeye karar verdim. The Artist' le Savaş Atı arasında ki çekişmeyi Artist' e kazandırıp " sessizsin, siyah beyazsın, sıkılıcam biliyorum ama olan oscarı aldın, izlemek zorundayım seni " diyerek başladım izlemeye.

      Başrollerde Jean Dujardin ( George Valentin ) ve Berenice Bejo ( Peppy Miller ) oynuyor. Yönetmen ise Michel Hazanavicius. Film 2011 Fransız yapımı.

     Genel bilgileri de verdikten sonra konusunu şööyle bir anlatayım. Sessiz filmlerin yakışıklı jönü George, sesli filmlerin başlamasıyla kariyerinde ki çöküşü tam anlamıyla yaşar. George " buraya kadar mış ben artık bittim " derken sesli filmlerin benli güzel yıldızı Peppy içten içe aşık olduğu George' un elini tutar.
 
     Bu genel senaryo siyah beyaz sessiz bir filmde ancak bu kadar güzel sunulabilirdi. Son yıllarda, baştan sona bir filmi bu kadar dikkatli izlememiştim. O kadar beğendim ki aldım kalbimde bir köşeye koydum kendisini.

      Peppy gazetecilere röportaj verirken, George' un ayağa kalkıp "ben vazo değilim" demesi bana bir an Erol Büyükburç' u hatırlatıp güldürmüş olsa da BANG sahnesinde yüreğim ağzıma geldi, George' un karısı " I am unhappy" dediğinde, George' un " so are millions of us" demesi bence çok bombaydı

      Her şey bir tarafa millet 3D film yapıp, şöyle efekt verelim, şöyle animasyon olsun derken, bu insanlar sessiz filmler bittikten seksen yıl sonra siyah beyaz sessiz bir film yapıp, beş oscar aldılar. Bu bile bence müthiş.

     Siyah beyazken bana her rengi yaşattığı ve sessizken her sesi duyurduğu için izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Tek pişmanlığım sinemada izlememek.

26 Mart 2012 Pazartesi

Ben Şimdi Beyoğlu Dergisinde mi Yazıcam...



      Biliyorduuumm. Herkes lisede deli divane test çözerken, ben test kitaplarının arasına saklayıp okuduğum kitapların bir gün işe yarayacağını biliyordum. İşte o gün bugünmüş.

     Her şey şaka gibi aslında, hayatımda günlük bile tutmadım, ve şimdi olanlara şaşırararak bakıyorum. Kendime karşıdan bakıyor ve " dur bakalım, neler yapacak " diyorum sanki.

    Bundan tam bir ay önce sadece kendi markamı tanıtmak için bu blogu açtım. Başka bir şey yazmayı da düşünmüyordum aslında. Taa ki blogun tasarımını yapan Pın bana " bu hafta Kırmızıdasın, onu da yazarsın" diyene kadar. Gerisi zaten çorap söküğü oldu. Ne yazasım varmış diyorum şimdi, hep içime atmışım :)

      Ben böyle deli gibi her gün bir şeyler yazmaya başlayınca Beyoğlu Dergisi' nin yayın yönetmeni olan arkadaşım Tu " Beyoğlu kitaplarını anlatan bir bölüm yapmayı düşünüyoruz dergide, onu sen yapsana Seçil yaa" diyiverdi. Gözlerimde ki parlamayı ve "ooluuurrrr" derken ağzımın kulaklarıma değişini görmeliydiniz.

    Cuma günü dergiye görüşmeye ve netleştirmeye gittim. Bir heyecan tabi bende. Hazırlandım, süslendim, püslendim aldım yanıma Goky' nin gönderdiği şans meleklerini de gittim Tu' nun yanına.
Ve naranaraaaam, bir sürpriz daha. Ben sadece kitap tanıtımlarıyla ilgili bölümü ben yazıcam sanırken, derginin başında ajanda bölümü var, sergileri anlatan, Tu bana o bölümü de sen hallet dedi. E bunu duyduğumda içimde bir pelikan dans gösterisi başladı tabi.

    Şimdi bu belki küçük bir şey, " eee herkes bir yerlerde yazıyor noolmuş diyebilirsiniz" ama benim açımdan bakıldığında elimde kiler; markamı  tanıtmak için açtığım ve yazmaya başladığım bir blog, öncesinde günlük bile yazamayan ben, hiç bilmediğim bir iş, dergicilikse okumak dışında yine hiiç bilmediğim bir sektör ve her şey bir ay önce hiç aklımda yokken başladı. Küçük bir şey mi: değil, şans mı: biraz, istek mi: belki de, kim bilir.

23 Mart 2012 Cuma

Neeee Mercimekli Köfte mi Dedin

    Siz de benim gibi salata delisiyseniz ve hem salata olsun ama yemek gibi de olsun, bir taşla iki üç kuş bir arada olsun diyorsanız, bu hafta sonu mercimekli köfte yapın derim.

    Erkekler de kolaylıkla yapabilir bence. Ben öğrenene kadar çok marifet gerektiren bir şey olduğunu sanıyordum ama öğrendikten sonra "aaaa ne basitmiş" diyip, bir ara her hafta yapıp herkese bay getirdim.

   Ben bu tarifi Se' den öğrendim. Sağ olsun bana verdiği malzeme ölçüleri şu şekildeydi " Ne kadar mercimek Se? " " Bilmem ki göz kararı" , "E ne kadar bulgur" "Vallahi o da göz kararı", "E soğan ne kadar, o da mı göz kararı"  " Ha yok o bir tane" tarif böyleydi ama ben zeka küpü bir insan olduğum için tam malzeme listesini deneme yanılma yöntemiyle buldum demek isterdim ama o kadar uğraşamayıp listeyi internetten çıkardım.

Malzemeler:
3 su b.su
1 su b.ince bulgur
1 su b.kırmızı mercimek
1 çorba k.biber salçası
1 soğan
1 limon
1 tutam maydanoz
2 sap taze soğan
kıvırcık
zeytinyağı
tuz,karabiber
kimyon

Tarif: Şimdi mercimekleri kaynar suya atın, pişince tencereyi ateşten alıp içine bulguru atın. Şöyle bir karıştırıp kapağını kapatıyorsunuz, o demlenirken siz bir tavaya kuru soğanı doğrayıp atın, soğanlar bi ölsün orda, öldü mü, hemen içine salçayı ilave edin, iki dakika da o kavrulsa yeter. Sonda diğer malzemeleri (içlerinde doğranacak olan maydanozla taze soğan var, onları da bi doğrayın), tavadakileri ve tencerenin içindekileri bir güzel karıştırın, köfte şekli verin, tamaaam bitti işte, servise hazır. Afiyet olsun.

PS: Mercimekli köfte nin kankası kornişondur ve kimyon mercimekte candır.

21 Mart 2012 Çarşamba

Yurtdışında Evlilik

     Geçen hafta cumartesi arkadaşım Es' in nikah partisi vardı. Nikah Barselona' da oldu. Döndüklerinde arkadaşlarına ve yakın çevrelerine burada ufak ve çooook eğlenceli bir parti vererek olayı hallettiler. E tabi ben hemen bu konuyu araştırmaya başladım. Bugün ( 3 gün bekledim ayıp olmasın hemen aramayayım diye, böyle de ince fikirliyim ) Es' i arayarak nasıl oluyormuş, neler gerekiyormuş hepsini öğrendim.

    Şimdi olayın gelişimi şu şekilde oluyor; hangi ülkede evlenmeyi düşünüyorsanız, o ülkede ki Türk konsolosluğuyla iletişime geçiyorsunuz. Onlar da size nikah tarihinizi ve hazırlamanız gereken belgeleri söylüyorlar. Bu belgelerde: beyanname, evlilik ehliyet belgesi, sağlık raporları, fotoğraflarınız falan. Ülkesine göre bir eksik, bir fazla değişebilir bunlar. Ha bir de nikah harcı var. O da ülkeye göre değişiyor ama Avrupa' da 32 'yle 40 Euro arasında değişiyor. Bütün bunları hazırlayıp konsolosluğa gönderiyorsunuz, sonra gelsin nikah günü. Es "çok güzeldi, herkese tavsiye ediyorum dedi "

     Bugün ben bu yazıyı yazmaya hazırlanırken de Pın aradı " Pasaportun hazırmı, biz Mus' la Roma' da evlenmeye karar verdiiiiikkk" dedi. " Valla biz zaten Sim ' le bi İtalya düşünüyorduk, bu kadar olurdu, dünden hazır pasaportlar " diyerek atladım tabi olaya. Pın' da bir arkadaşının tur şirketiyle konuşmuş, nikah için belli bir sayıda giden olursa tur programı gibi bir program hazırlıyorlarmış. Yaani Hem İtalya turu, hem bizimkilerin balayı, hem nikah hepsi birarada çıkıcak. Tam bir çılgın Türkler Roma' da durumu bizim için. Pın biran önce evlensin, Mus' la araları sakın bozulmasın diye dua etmeye başlıyorum bugünden.

    
PS: Hollanda ve Fransa' da evlenmek isteyenler çıldırmış gibiymiş, orada evlenmek isterseniz, aylar öncesinden aramanız gerekiyormuşş. :)

20 Mart 2012 Salı

Bahar " Ben Geldiiiiimmmmm " Derse

- Renkli baharlıklar gün yüzüne çıkmaya başlar.

- Herkes üç kilo fazlasını düşünür.

- 23 Nisan için tatil planları yapılmaya başlanır.

- Muhakkak bi mangal muhabbeti döner.

- Trafiğe rağmen, boğaz sizi kendisine çeker.

- Starbucks' ın önünde parkeden motorlar görmeye başlarsınız.

- İçinizde danseden pelikanlar oluşur.

- Facebook' ta ilişki durumları single dan, in a relation ship e dönmeye başlar.

- Dışarıda saatlerce oturursunuz ama havanın serinliği banamısın demez.

- Pencereden sızan sarı parlak ışıkla uyanmaya başlarsınız.

- Herkesde bir bahar temizliği başlar, ruhlar biriktirdiği kırık döküklerden arınır.

- Arkadaşınızı arayıp " As yaa ben çıkarken havanın güzelliğini abartmışım, sen gelirken bana bi şal getiiir " dersiniz

- E, babet mevsimi de haliyle başlar.

- Uyanmak değil de, uyumak bi zor gelir artık.

- Birilerinin düğünü yaklaşır.

- Mus çoraptan ipek çoraba ani bir geçiş olur.

- Duvarları saran rengarenk çiçekler görmeye başlarsınız.

- Bi de Candan Erçetin dinlemek gelir içinizden, " Bahar geldiğinde mi ben böyle olurum, yoksa böyle olduğumda mı gelir bahar " paradoksuna " Tabi ki ben böyle olduğum için bahar heheeeyy" diyerek olaya son noktayı koyarsınız.

- İyi baharlaar :)

19 Mart 2012 Pazartesi

Sidikli Kasabası Müzikali

     Aylardır yer bulamadığımız için gidemediğimiz oyuna sonunda Ado' nun misafir kontenjanından gidebildik. Oyunda Sidikli kasabası' nın trajikomik hikayesi, fakirleri kullanan zenginler sosyalizme ve kapitalizme eğlence dokundurmalarla anlatılırken sevgi kelebeği olmanın da pek bir işe yaramayacağını bize gösteriyorlar. Oyun başlamadan önce Broadway müzikali olmasından kaynaklanan bazı acabalar vardı aklımda ama oyun başladığında o acabaların hepsi uçtu gitti.

    Kesinlikle devlet tiyatrolarında izlediğim en iyi oyundu. Bir müzikli oyun değil, baştan sona müzikaldi. Oyuncuların hepsi genç ve enerjileri onlar oynarken size geçiyor. Bu oyunu Cevahir sahnesinde değil de, Amerika' da izliyormuşum gibi hissettim ( sorsan Amerika' ya kaç kere gittin, hiç gitmedim ama gitsem izlesem ancak bu kadar olurdu. ) Oyuncuların hepsinin sesi inanılmaz iyiydi. Oyunda sevdiği kızın bir sözüyle ülkeyi birbirine katan Bobby, komik bir şekilde cesaretinin ve kahramanlığının bedelini ödüyor tabi ki. Memur Lockstock' la Memur Barrel' ın bir sahnesi var ki ikinci perde de, buralar da anlatmakla olmaaazz :). Slow motion lar beni benden alan sahnelerdi.

    Yaklaşık üç saatlik oyunu hiç sıkılmadan izledim. Oyun' un sonunda alkışlarken Sim' e bir baktım, ikimizin yüzünde de aynı şapşal gülümseme, ööyle ne güzeldi der gibi bakıyoruz birbirimize. Broadway müzikalleri hep uyarlansın burda da oynansın diye düşündüren çok başarılı bir oyundu.

16 Mart 2012 Cuma

Evrenden Torpilim Var

        Kişisel gelişim kitaplarından pek hoşlanmam aslında ama bu kitaba bir arkadaşımın tavsiyesiyle başladım. Benim için bu tür kitaplarda önemli olan yazarın ne olduğu, yani bir bakarım önce yazar kimmiş, neyin nesiymiş. Eğer iyi bir okulu bitirdiyse, işi babadan hazırsa, her şey gümüş kaşıkla sunulmuşsa, sonra da başarılarımı bir kitapta toplayayım dediyse, işte o yazar bana ne anlatsa boş, çünkü zekasında bir problem olmayan her insan zaten öyle bir ortamda başarılı olur. Bu kitabı okumam da ki en büyük etken kitabın arka kapağında yazarın "siz hiç 150 kilo oldunuz mu, parklarda yattınız mı, sabahları mısır gevreğine bira döküp hayatta kaldınız mı, annenizi kaybettikten sonra hapisteyken babanızı da kaybettiniz mi " diyerek kendi hayatından bahsetmesi. Bu cümleler bana "hmm adam görmüş geçirmiş, du bakim neler anlatacak " dedirtti haliyle.

         Kitapta çok yalın, esprili ve akıcı bir anlatım var. Yaşadıklarını okurken içimden, Aykut Oğut iyi ki bu işlere girmiş, yoksa gerçekten bu adam çok pis çuvallarmış dedim. Beni en çok güldüren bölümlerden birisi: " bütün dünya kuantum fiziğini anlamaya çalışırken, bizim taksiciler çoktan - maddeden enerjiye dönüşümü ve tekrar maddeye dönüşebilme - sırrını çözmüşlerdi. Çözmeseler, Galatasaray' ın daracık sokaklarında ters yönden gelen bir taksi ve ona yol vermek istemeyen bir taksi aynı anda nasıl geçip yollarına devam edebilirlerdi. Kafa kafaya geldiklerinde, ikisi birden enerjiye dönüşüp, birbirlerinin içinden geçip, tekrar madde haline dönüşüyor olmalıydılar " şöyle bir düşününce, adam haklı hanımlar beyler :)

      Evrenden bahsedince, hemen akabinde gelen " eee, n'olucak şimdi, park yeri mi bulacaksın ho ho ho " geyiklerini bir tarafa bırakacak olursak  yaşadıklarından örnekler verdiği için ve işin içinden nasıl çıktığını anlattığı için bence okumanıza değer. Bi de şu var; ya tutarsa :))





15 Mart 2012 Perşembe

Bir yer keşfettim: Maxx Depo

   Mecidiyeköy tarafında yaşayıpta Ortaklar caddesini bilmeyen yoktur. Mecidiyeköy' den Ortaklar caddesine girdiğiniz anda tüm o gürültüyü, kalabalığı, telaşı arkanızda bırakıp upuzun sakin caddede yürümeye başlarsınız. Biraz ilerleyince Maxx Depo karşınızda.
Benim gibi retro hastasıysanız tamm size göre bir yer diyebilirim.
İçerisi biraz fazla büyük ve mobilyaların bazıları, yapılan büyük raflarda ard arda dizilmiş, yani aslında tam bir depo mantığıyla yapmışlar. Ben ayakkabılık bakmak için bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine gitmiştim. Hayalimde ki ayakkabılığı bulamadım ( hiçbi yerde bulamıyorum, anladım ki bu konuda benim işimi marangoz çözücek) ama yemek masalarına, sandalyelerine,aynalarına, konsollarına bayıldım da bayıldım. Aklınızda bütün odayı orayla tamamlamak varsa unutun, yani bütün parçaları bulmanız mümkün değil ama evinizi retro ağırlıklı döşediyseniz, bazı parçalarda nokta atışı yapabilirsiniz. Mesela yatağı başka yerden alıp, şifonyeri ordan, gardrobu başka yerden, tuvalet masasını ordan temin edebilirsiniz. Bir de pek bilinmediğinden sanırım gittiğimde çok sakindi, bir ben bir de görevli vardı desem yalan olmaz. Ben beğendiğim bir kaç şeyi paylaştım. Bir şey almadan önce sizin de görmenizde fayda var bence. En azından fikir olur.





14 Mart 2012 Çarşamba

Kıvılcım

     Ha başladı, ha başlıyacak, bu hafta değil, sonra ki hafta, nasıl olucak acaba, şöyle mi olur, böyle mi olur derken nihayet "kıvılcım farkındalık geliştirme semineri " Sultanahmet' de denize nazır çok güzel bir otelde başladı.

     Sabah 10.30 gibi başlayıp ( 10 du aslında da biz sim' le yarım saat geç kaldık ) akşam 18 ' e kadar süren ve ilk gün için beni şaşkınlıklar içinde bırakan bir seminer oldu. İlk gündü ama o kadar çok şey öğrendim ki, bunca zaman bu konulara bu kadar cahil ve ilgisiz kalmam ister istemez beni bi "Allahım neler oluyo dünyada, ben böyle cehaletten kör aksak yaşıyorum "düşüncesine itti tabi.

     Seminerde birçok kişi ilk defa tanışıyordu, ama kimsede ilk defa tanışıyoruz havası yoktu. Sanki yıllar önce tanışıyormuşuz ve hadi bi 20 yıl sonra seminerde görüşürüz demişiz. Valla bu oranın havasından mıdır, öğretmenimiz Halit Bey' in aurasından mıdır, yoksa bizde ki garip ruh halinden midir bilemedim. Zaten ben Halit Bey' i de ilk gördüğümde "yıllar önce bir abim vardı da, kaybolup Halit Bey olarak mı çıktı acaba karşıma" demiştim. Neyse, konu bu değil; bunca zaman kuantumla ilgili kitapları okudunuz, araştırmaları yaptınız ve hala yolunda gitmeyen bir şeyler varsa, sizin yöntemlerinizde bir yanlışlık var demektir. Suçu evrene atmayın. Ben yıllardır neler neler yapmışım, şükür yaşıyorum diyorum şimdi.
     Seminerde ki en güzel olaylardan biri Halit Bey' in eşinin konu anlatımlarında benim ve eminim birçok kişinin sormak istediği soruları patır patır sormasıydı, bir diğer olayda oraya gelen sürpriz konuktu. Bu sürpriz konuk Alman, metafizik uzmanı. Bize öyle bir güzellik yaptı ki, burda asla söylemem, büyüsü kaçar. Kısaca çok çok çoook şanslı olduğumuz bir gündü diyebilirim.

   Şimdilik yazımı bitiriyorum, yapmam gereken bazı egzersizler var daa :)) son olarak diyorum ki , saldım altın topu doğaya, atom karıncalar iş başında :)) anlayan anladı :D


PS: Bu konuyla ilgili diğer yazım : " benim müthiş evrensel bioenerji deneyimim "
      Seminerlerle ve ya bioenerjiyle ilgilenirseniz, metafizik uzmanı Halit Çevik tel: 0538 856 54 80
                                                                                                                   e-mail: halit.cevik@gmx.ch

13 Mart 2012 Salı

Kimmiş Bu Joel Osteen

      Geçenlerde ilk olarak Mehmet Öz' ün programında gördüğüm, araştırim bakim bi bu adam neler yapıyormuş dediğim, araştırdıkça da yok artık, daha neler dediğim teksaslı, yakışıklı, iyi giyimli, uzun boylu, çekici papaz. Bi konuda eminim, vaazları eğer Türkçe yayınlansaydı, adamın konuşma yeteneği sayesinde birçok insan hristiyanlığa geçebilirdi, öyle böyle bi anlatma yeteneği değil yani. Hiç ara vermeden, cümle aralarında hiç takılmadan, ıııı,eeeee,uuuuu demeden bir çırpıda 3 saat falan konuşma becerisine sahip. Amaaaaa bu adam bana göre dini kullanan bi dolandırıcı.
     Bu akıl küpü olan Joel, vaazlarını otuz bin kişilik bi stadyumda veriyor. O stadyum her hafta doluyor. Asıl haber şimdi, stadyumun VIP koltuklarının satışı, 2000 - 3000 dolar arasında değişiyor.

    Joel Osteen' a göre sorunlarla karşılaştığınızda ümidinizi yitirmezseniz, Tanrı' nın yanınızda olduğuna inanırsanız, sabrederseniz ve dualarınızda ki isteklerinizi olmuş kabul ederek bunun için teşekkür eder ve şükran duyarsanız problemleriniz çözülür. Ama bu kuantum teorisinde de olan bişey zaten, yani yeni bişey keşfedilmedi. Birçok mucizevi olay da Joel' in ikna yeteneği sayesinde gerçekleşmiş. Bana göre adam kuantum olayını yemiş, yutmuş; sonra da ben dini ( çünkü din insanların en zayıf noktası ) ve papazlığımı kullanarak, bu olayı farklı bi boyuta getirebilirim demiş. O enteresan anlatma yeteneği ve ikna gücüyle insanların kendisini Tanrıyla aralarında ki bağ olarak görmelerini sağlamış. Sonra gelsin kitaplar, vaaz cdleri, tv programları, satılan stadyum koltukları. Amerikalılar bu adamı o kadar ciddiye alıyorlar ki, seçim öncesinde Hillary Clinton yanından ayırmamış Joel' i.

   Eğer tv de bi gün, bi vaazına denk gelirseniz, eminim çok etkileniceksiniz ama bu adamın dini kullanan bir dolandırıcı olduğunu unutmayın. 

12 Mart 2012 Pazartesi

Van Gogh Alive

     3000' den fazla dijital imajın kullanıldığı, Van Gogh' un 1880 ve 1890 yılları arasında yaptığı resimlerden ve Theo' ya yazdığı mektuplardan seçilmiş bazı cümlelerden oluşan segi  tam anlamıyla baş döndürücüydü. İçeriye girer girmez Erik Satie Gnossiene'yi duymam içimde zaten bi coşku yarattı.

     Antrepo da ki karanlık tünelden geçerken neyle karşılaşacağım konusunda hiç bir fikrim yoktu. Tünel bitip de salona girdiğimde resmen büyülendim. Bir tarafta Van Gogh cümleleri gösterilirken, diğer tarafta ( diğer taraf dediğim kolonlar, sutunlar, boydan boya duvarlar, hatta yerde bazı bölümler ) gösterilen cümleye bağlı bir resim, bir diğer tarafta resme bağlı bir animasyon, bir diğerinde resimden kesitler görüyorsunuz. Nereye bakacağımı şaşırdım desem yeridir. İnanılmaz bir renk cümbüşü. Gerçek eserleri görsem, çok samimi söylüyorum bu kadar etkilenmezdim. Benim için reklamında söylediği gibiydi " çerçeve yok, resmin içindesiniz " Evet, resmin içindeydim. Çok başarılı bir kompozisyon olmuş.
     Otoportrelere bakarken Van Gogh un yıllar içinde değişerek nasıl karamsarlaştığını, Gaugaine' e olan bağlılığını (o kadar bağlı ki, kulağını kesme sebebi) , Fransa ya olan düşkünlüğünü, Japon sanatına olan merakını, Theo ya olan sevgisini, akıl hastanesinde olduğu dönemde neler hissettiğini rahatlıkla anlıyabiliyorsunuz.

      "Yıldızları ve göklerde ki sonsuzluğu fark edin, O zaman hayat neredeyse büyülü görünüyor." Beni en çok etkileyen cümlelerinden birisiydi, bir diğeri de resim yapmasını anlatan " Duygularım zaman zaman o kadar güçlü ki, farkında bile olmadan çalışıyorum. Fırça darbeleri konuşmak gibi geliyor." oldu. 

     En kısa zamanda hatta, hafta içi bir günde ( daha sakinken gitmek için) tekrar gidicem, görmemek bana göre kayıp olur.

    Tek cümleyle özetlersem; kesinlikle bir sergi değildi, Van Gogh meditasyonuydu.

9 Mart 2012 Cuma

Dünya Kadınlar Günüydü, eeee ?

      Bir Dünya Kadınlar Günü daha geçti. Bu konuyla ilgili hiçbir şey yazmamayı düşünüyordum ama 8 Mart sabahı bir kadının daha şiddet yüzünden ölmesi çok içime dokundu.

     Sonra Facebook ta statusler de, twitter da tweetler de bir çok kişi kadınlar gününü kutlayarak üstüne düşeni yaptı. Dışarıya çıktığımda bana karanfil verdiler, bazı mağazalar o gün için bana özel indirim yaptılar ama dün sabah bir kadın ÖLDÜRÜLDÜ.

       Kadınlar gününe, sevgililer günü gibi duygusal bir misyon yükletilmesinden nefret ediyorum. Aslında ben 8 Mart'da yolda giderken elime karanfil yapıştırılmasını da istemiyorum, mağazalar o gün için bize özel indirim yapsınlar istemiyorum, bir arkadaşımdan kocasından nasıl dayak yediğini, başka bir arkadaşımdan küçüklüğünde babasının onu nasıl dövdüğünü, bir diğerinden abisinin annesine neler yaptığını dinlemek istemiyorum, bunları dinlerken içimden bir gün benim başıma da böyle şeyler gelebilir, Allahım sen beni, sim'i koru demek istemiyorum. Gazeteleri açtığımda; sevgilisi, kocası tarafından öldürülen, bıçaklanan, delice dövülen kadınları, tecavüze uğrayan ve gözüne siyah şerit çekilen kız çocuklarını görmek istemiyorum. Evet, ben bunları yapanlara verilen cezaların hiiiç caydırıcı olmadığını düşünüyorum.

     Eğer anne- babalar bir gün oğullarını erkek olduklarını öğreterek değil de, insan olduklarını öğreterek yetiştirmeye başlarlarsa belki bu günü kutlamamıza gerek kalmaz, belki yaşaması daha güzel bir dünya da oluruz.

    Umarım bir gün, 8 Mart'da, sadece 1857 yılında haklarını aradıkları için polisten şiddet gören New York'lu tekstil işçisi kadınlar için üzülürüz.

8 Mart 2012 Perşembe

Galata Muhallebicisi

       

     Nişantaşı'nda, Teşvikiye Caddesi'nde, City's Alışveriş Merkezi'nin kapısına sırtınızı verdiğinizde karşıda sağ yukarıda bulunan ve bana göre dünyanın en güzel muhallebilerini yapan yegane yer.

    
    Girişi biraz enteresan olsada arkaya doğru ilerledikçe sürprizlerle dolu bir mekan olduğunu farkediceksiniz. Bahçesi tek kelimeyle "muhteşem". İdda ediyorum, Nişantaşında böyle bahçesi olan başka bi yer yok. Yeşillikler içinde ve gerçekten de size huzur veren bi dekoru var.
      Gelelim menuyee, öncelikle favorim olan tatlılardan bahsedeyim; İncirli muhallebisini kesinlikle tavsiye ederim ben hastasıyım, pekmezli muhallebisi pek benim damak tadıma hitap etmese de Pın gibi bayıla bayıla yiyen bazı arkadaşlarım var. Bademli muhallebisini ve tavuk göğsünü de tavsiye ediyorum ama onlar ikinci sırada. Sütlü tatlı istemeyenler için de fıstık sarmayla cevizli baklavasını öneriyorum.

    Yemek ve kahvaltı çeşitleri de inanın bana hem gözünüzü hem karnınızı doyuruyor. Birçok malzemeyi çiftliklerinden getirdiklerini ve tamamen organik olduğunun yazılı olduğu bir yazı da gördüm girişte (  bir yerin kalbime gireceği altın yol organik yazısından geçer :))

    Nişantaşındayız, üstelik ürünlerimiz organik, fiyatları biraz abartalım demeyen nadir yerlerden. Porsiyonlar da doyurucu, bahçesi de güzel, çaylar da demleme geliyor, e daha ne olsun. Saatlerce oturabileceğiniz yerlerden biri ;)

  
PS: Akşamüstü giderseniz gün yapan teyzelerle karşılaşma olasılığınız çok yüksek.







7 Mart 2012 Çarşamba

Yerçekimsiz Ortamda Yaşasak Saçlar Dökülmezdi

           Eminim ki sizde yıllarca benim gibi üzerinde "saç bakım yağı, saç bakım seti, saç bakım kompleksi, saç bakım ünitesi" yazan birçok ürüne defalarca başvurup yine dökülüyoor yine dökülüyooor diyerek hepsinden vazgeçtiniz.

       Saç dökülmesi ve kırıklar benim de problemimdi. ( -di yazdım farkındaysanız) Bu dökülme sorunsalından yıllarca en çok şikayetçi olan insan da annemin yardımcısı Münire Teyze oldu. "Bu Seçil in saçları her yerde" diye diye kadın yıllarca beni çekiştirdi. Beni ve Münire teyzemi yatıştıracak bazı şeyler buldum tabi.

-Yok aslında çok dökülmüyor da, uzun ya göze fazla batıyo
-Yerçekimsiz ortam olsa dökülmezdi, napim yerçekimine mi karşı gelim
-Bahar geldi ya ondan, baharda herkesin saçı dökülürmüş diye diyeee yıllarca kendimi ve Münire Teyzeyi kandirdim.
    E bahaneler de bi yere kadar tabi. Gözle görülen bi gerçek te var. Durum böyle olunca, annemin yıllardır ısrarla bana söylediği ve benim ısrarla yapmayı reddettiğim formulü paşa paşa uygulamaya başladım. Şimdi sihirli iksirimi paylaşıyorum.              
Malzemeler:
- 1 çay kaşığı karabiber
- 1 yumurta sarısı
- 1 tatlı kaşığı çam terebentinin yağı
- 1 yemek kaşığı buğday yağı
- 1 yemek kaşığı badem yağı 
- 1 yemek kaşığı keten tohumu yağı
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı


PS: 1- Çam terebentini bir tatlı kaşığından fazla koymayın , dökülmeye birebir ama saçları kurutma özelliği de var.
     2- Saçınızın boyuna göre zeytinyağını fazla fazla kullanabilirsiniz.
     3- Bu kürün içine 1 diş sarımsak da konuyormuş ama ben o kokuya dayanamayacağım için hiç    denemedim ama isterseniz siz deneyin. Orjinali sarımsaklı.

Yapılışı: Bunların hepsini bir güzel karıştırıp saçlarınıza masaj yaparak uyguluyorsunuz. En az iki saat saçınızda kalması lazım ve haftada en az bir kere uygulamanız gerekiyor. Yumurta kokmuyor merak etmeyin, sadece çam kokusu kalıyor saçlarınızda, o da kötü bi koku değil zaten.

     Dökülmeyen, kırılmayan, sağlıklı, şampuan reklamlarındaki gibi saçlar diliyorum hepinize. 

6 Mart 2012 Salı

İndirim Teyze Gibidir, Etiket Yarısı.


    Biliyorum ki hepiniz benim gibi içinizi bayan kıştan artık kurtulmak istiyorsunuz. E haliyle de  indirimlere bakmaktansa yeni sezonun sarılarla pembelerle yeşillerle süslenmiş vitrinlerine bakarak, "şu eteği alsam, altına şurda gördüğüm ayakkabıyı alırım, üstüne geçen yıl aldığım basic i giysem de olur, şimdi eteğin üstüne bişey almadım kendimi tuttum ya, kendimi ödüllendirip şu elbiseyi alayım, ayakkabıyla da super olur" gibi kombinasyonlar yapıp kendinizi onların içinde hayal ediyor olabilirsiniz. Tabi ki yaz hayallerinde hep bronzuz.

    Biliyorum çok güzeller, şimdi son bi kez onlara bakarak indirimlere doğru yol alalım. Çünkü bu kış indirimleri bi acaip oldu. Bence stoklanması gereken yıldızlı üçlü: palto, ayakkabı ve çizme. Bunlar alışverişteki en pahalı parçalar oldukları için düşülen fiyatta ona göre tabi. (Aklın kaldı dimi etekte, boşver o iki ay sonra  % 30 da, ve kesin orda. )

     Bi de, beni çok şaşırtan bi şey var. Benim ayaklarım 37 numara ve indirim zamanlarında ayakkabı mağazaları bana yok çalışır, beğendiğim modellerin 37 numarasını hiç bulamam. Varsa yoksa 35, nadiren 36, az biraz 38, bütün modellerden 39. Ama bu sezon sanki çarklar benim için tersine döndü. Elime alıp baktığım ayakkabı 37. Bu kadar olur diyip yıllardır süren indirimde ayakkabı alamama ezikliğimi çıkardım.       
     
      Şimdi de en dikkat  edilmesi gereken noktaya değinmek istiyorum. İsterse vitrinde % 90 indirim yazsın, asla "in the rim" yazan biyere girmeyin ( böyle bişeyi hiç görmemiş olsaydım keşke ama gördüm) e bu yalnız değil tabi, bunun kardeşi var, o da " in - dream" yazanlar. bunları gördüğünüzde koşarak uzaklaşabilirsiniz. Bir de indirim i vitrin camına yukarıdan aşağıya doğru yazdılarsa, hele bir de yazının yanından kırmızı renklerde aşağıya doğru iki ok işareti görürseniz, o semtten bidaha geçmeseniz yeridir. Bu yerlerden uzak durulmasında fayda var, çünkü hiçbirşey bulamazsınız. Bu kadar emin olmamın sebebi tecrübelerim tabi ki. Bir de -e varan ibaresi kullananlar var ama onları dışlayamam, artık herkes kullanıyor. Sanki sadece % 70 yazsa o cama biz anlamıyoruz.

    Son olarak; başlıkta her ne kadar indirim teyze gibidir, etiket yarısı demiş olsam da, %70 varken ne işin var etiket yarısında diyorum ve indirim candır diyorum.

   İyi alışverişleeer :)

5 Mart 2012 Pazartesi

İyi Olan Kazansın


      Pazar günü trafik derdi çekmeden, yorulmadan evden çıkıp yapabileceğiniz en güzel aktivite sinemaya gitmek. Ben de kendime göre haftanın filmini seçtim. Gişelerde Fetih'e mi gitsem diye bir an düşünsem de hemen sonra kan ve havada uçan kafalar görebilecek bi modda olmadığıma karar vererek, "iyi olan kazansın" ı yani "this means war" ı tercih ettim.

     
Film 2011 yapımı, kanka olan iki CIA ajanının tesadüfen aynı kızla çıktıklarını öğrenmeleriyle, aralarında ki savaş başlamış oluyor. Oyuncular Tom Hardy, Reese Witherspoon, (bu kadının soyadına da hep gülüyorum, ilginç bi şekilde çenesini çağrıştırıyor :) ) ve Chris Pine
    Bu filme kesinlikle sevgilinizle gidebilirsiniz. Çünkü aksiyonsa aksiyon, aşksa aşk, komediyse komedi diyen bir film olmuş, aksiyon sahneleri alışılagelmişin dışında kesinlikle sıkıcı değil, romantik komedi filmlerinde ki alıştığımız cıvık cıvıklıkta yok, komedi de ise gerçekten bazı sahneler vardı ki son zamanlarda beni bu kadar güldüren bi film izlememiştim. Bana tek hayal kırıklığı yaşatan olay, filmin son sahnelerinde ki klişelerdi, onun dışında tavsiye edermiyim, kesinlikle ederim, 90 dakikalık oldukça eğlenceli bir film :)

4 Mart 2012 Pazar

Kışın Dışarıya Çıkmak İsteyip Çıkamamanın Dayanılmaz Ağırlığı


     Evet böyle bir şey var.

- Eğer İstanbul da yaşıyorsanız

- Meteoroloji günler öncesinden hava on derece olucak dediyse

- Siz en son cuma günü internetten son bir hava durumu kontrolü yaptıysanız ve durum değişmemişse, yani hala on derece güneşli görünüyorsa

- "Hala değişmemiş, o zaman bu cumartesi de evde olmıyalım ya, aylardır evdeyiz" diyerek çocuklar gibi şen bir ruh haliyle arkadaşlarınızı aradıysanız

- Bitmek bilmeyen kışın artık bittiğine gerçekten inanmaya başladıysanız ve içinizde kışı bitirmiş olmanın haklı sevincini yaşamaya başladıysanız

- Ne giyeceğinizi düşünüp, şööyle bi kıyafetlerinizi aklınızdan geçirip ayakkabınıza çantanıza hatta yüzüğünüze kadar karar verdiyseniz

- Cuma akşamı uyurken, ertesi günün cumartesi olduğunu bilmenin huzuruyla uyuduysanız

- Cumartesi sabahı uyandığınızda hava yağmurluysa

- Hatta bi ara kocaman kapkaranlık bir bulut geçtiyse ve saat -13' te havanın karartısından evdeki ışıkları yaktıysanız

- Hemen arkasından yarım saat kadar kar yağdıysa

- Sizin aklınızdan tam bu akşam çıkmanın hayal olduğu geçiyorken birden güneş açtıysa

- "Güneş açtı bugün bi 20 dk kadar hava da yumuşadı çıkarız akşam" diyerek arkadaşlarınızla bu konuda son  görüş birliğine vardıysanız

- Biraraya geldiğinizde yağmur yağmaya başladıysa

- "Yağmur dinince çıkarız, o kadar hazırlandık artık" dediğinizde sulu kar yağmaya başladıysa

- Bunun artık bitmeyeceğini düşünüp herşeyden vazgeçip son olarak evde oturmaya karar verdiyseniz

- Evde oturacağınıza emin olup, hep beraber film izlemeye karar verdiyseniz, ve artık hepinizin içinde bütün kış içimizi kemiren hayattan soğutan evde film izleme hissi yine gelip çöğreklendiyse

- Film bittiğinde saat gece  bir gibiyse ve eve dönmek için kapıdan çıkıp dışarıda taksiyi beklerken havanın ne kadar güzelleştiğini birden fark ettiyseniz

- Tanıştırayım, bu duygu tam olarak kış aylarında herhangi bi cumartesi akşamı yaşayabileceğiniz dışarıya çıkmak isteyip de çıkamamanın dayanılmaz ağırlığı duygusu.




PS: Üzülmeyin, pazar sabahı tıpkı bugünkü gibi güneşli bir güne uyandıysanız, hepsi geçiyor, kalıcı bi hasar bırakmaz :))


 


2 Mart 2012 Cuma

Benim Müthiş Evrensel Bioenerji Deneyimim

  Yazıma öncelikle bioenerji nedir bunu açıklayarak başlamak istiyorum. Benim için bioenerji üstümde başarılı bir şekilde tedavi gücü denenene kadar palavra olduğunu düşündüğüm; şimdi ise sadece kişilerde değil tüm canlı varlıklarda olduğuna inandığım yaşam enerjisi.

   Ben olayın karmaşık taraflarıyla ilgilenmiyorum. Yani beynimde ki iyon akımlarının elektrik sinyallerine dönüşmesi falan şu an için umrumda değil, ama yaşadıklarım çok umrumda.

  Son aylarda herkesin yaşadığı depresifliği ben de yaşadım. Kendime acıdım, şanssızım dedim, hakettim dedim ve bu düşüncelerle kendimi yedim bitirdim. İçimde öyle saçma bir düşünce sistemi geliştirmiştim ki herşeyi olumsuz yani negatif düşünmek benim en vazgeçemediğim alışkanlığım haline gelmişti. Mesela işle ilgili güzel bir gelişme oldu, anında olmazsa neler olabileceğini düşünüp, olmamış gibi hareket ediyordum. Şu hayatta en özendiğim insan "hallederiz" diyip halleden insan :)

  Daha sonra düşünerek neden böyle bir düşünce sistemi geliştirdiğimi de buldum. Sanırım 15-16 yaşlarındaydım, bir gün kendime rol-model olarak seçtiğim benden 10 yaş büyük kuzenime olmasını çok istediğim bir şeyi anlatıyordum, konunun ne olduğunu gerçekten hatırlamıyorum sadece bana söylediğini hatırlıyorum "Seçil, sen her zaman olumsuz düşün, istediğin olursa sevinirsin." O yıllarda beynime çakılan çivi işte bu cümleydi.

  Ama herşeyin bi doyum noktası var tabi. Ben de kendi kendime yıllardır böyleyim, e değişen bişey de yok, e kaybedicek bişey de yok, bi de kendimi pozitife odaklıyayım dedim. Kaybedicek bişey yok, çünkü yıllardır kendime neler yaptığımı tahmin edemezsiniz.


Sonra hakkında birçok referans aldığım ve metafizik uzmanı olduğuna emin olduğum ( buraya dikkat, etrafta bu işten haksız para kazanan dolandırıcılar çok fazla ) arkadaşım Mel' in amcasından randevu aldım. Bir hafta sonra seans saatim geldiğinde çok heyecanlıydım, çünkü hayatında terapiste bile gitmeyen ben, insanlık için küçük ama kendim için gerçekten büyük bir adım atıyordum. İçimde de kocaman bir merak, "gidiyorum ama dur bakalım nolucak diyorum."                      
    Ağzım kuaklarımda tabi kapıyı çalarken; aklımdan da birsürü şey geçiyor, bilinaltımda neler olduğu, düşünceleremin okunup okunmadığı, önceki hayatımda kim olduğum, yani bu işlerle ilgili okuduğum duyduğum ne varsa hepsi çorba gibi kafamın içindeydi. Kapıyı bize güneş gibi gülümsemesiyle metafizik uzmanım açtı. Hani bazı insanlar vardır, baktığınız anda iyi bir insan olduğunu anlarsınız, size kötülük gelmiyeceğini bilirsiniz, hah işte aynı öyle bir adamdı benim metafizik uzmanımda.

   Sonra biraz sohbet edip seansa geçtik, bana ilk söylediği sözler "Seçil, biz burada abi kardeşiz; bana anlattığın her şey burada kalır, şimdi hiç çekinmeden ne istediğini söyle" oldu. Zaten öyle bir 
güven duygusu veriyor ki size sanki gerçekten de evden çıkmışsınız abimin yanına gideyim de bi dertleşelim kardeş kardeş demişsiniz.

  Bana ne istiyorsun dediğinde verdiğim cevap "içimde ki olumsuz düşünceleri atmak istiyorum" oldu. Sonra bana harika bir örnek verdi. Aynı örneği ben de size veriyorum şimdi, mesela yeşil bir limon düşünün, o limondan bir parça kesip ağzınıza atıyorsunuz vee çiğnemeye başladınız. Benim bunları yazarken bile ağzım sulandı, eminim sizde de aynı sulanma olmuştur. İşte olay burada çözülüyor, sadece limon diyerek ağzımızı sulandırabiliyoruz, olumsuz düşünerek vücudumuza neler yaptığımızı siz düşünün.

   Seans bittiğinde kendimi yorgun ve üstümden bir yük atmış gibi hissettim. Seans ta ne oldu derseniz, auram açıldı. Bir sonraki seansa kadar da ödevim auramı kapatmamak ve kendimi olumlu düşünceye odaklayabilmek.

  Peki hayatımda ne değişti; gerçekten çok şey. Seansa gittiğim gün akşam bu olayın gerçek olduğunu bana göstermek istercesine yaşadığım bazı küçük mucizeler oldu :) ve bu olanlar psikolojik değildi çünkü daha olumlu düşünmeye başlamamıştım bile. Bunları paylaşmayı isterdim ama yapamam çünkü gerçekten çok çok çoook özel. Diğer günlerde de her şey yolunda gitmeye devam etti, bu olayın etkisini hayatımda gördüm. Size olumsuz düşüncemi nasıl sindirdiğimi de anlatıcam ama ilerleyen günlerde, zaten bu bile çok uzun bi yazı oldu benim için.

   Yarın tekrar seansa gidiyorum, size neler olduğunu anlatırım. Şimdilik bu kadar, sözlerime bir şarkı sözüyle son veriyorum "pozitif düşünce de kazanır" :)) evet ah canım, vah canım ahmet' ten.
  










1 Mart 2012 Perşembe

Hürriyet Kırmızı Ödülleri



   Dün akşam Hürriyet Kırmızı Ödüllerindeydim ve tek kelimeyle muhteşem bir geceydi. Tasarımlar harikaydı, jüri nin çoook zorlandığına eminim.


  Peki ben bu geceye nasıl gittim, e Pın sayesinde tabi ki, insanın Hürriyette çalışan bir arkadaşının olması bu tür aktivitelerde sırtının yere gelmemesi demekmiş.

  Gecede  60 ajansın 484 çalışanının hazırladığı 605 reklam 38 ayrı kategorideki Kırmızı ödülü için yarıştı. E bi de bunların dışında "Hürriyet" özel ödülü vardı. Sunucu Derya Durmaz dı, bi ara yanında Fatih Çekirge vardı, gerçekten bunu görmenizi isterdim, Fatih Çekirge nin sahnede ödül alanları beklerken ki dansı muhteşemdi ve herkes ödüllerde sıkılmışken, müthiş bi enerji verdi diyebilirim, bence bi sonraki Kırmızı da O'nu hep sahnede görelim.                     

Büyük ödül kıpkırmızı nın sahibi  CNN Türk için hazırladıkları ilanla DDB&Co. İstanbul oldu. Spiker Obama gerçekten dahiyane bi fikir olmuş. Bunun Sarkozy'le Eyfel Kulesi kombinasyonu da var.

Küçükse bize ters diyerek bütün ödülleri silip süpüren bu çalışma ise Tork iletişime ait. Aldığı ödüller; basında en iyi gündem bağlantılı reklam, juri özel, basında en iyi kurumsal imaj reklamı, basında en iyi içecek reklamı
Veeeeeeee işte bu da benim en sevdiğim oldu. Genç kırmızı ödülü nü alan bu çalışma ise Marmara Üniversitesi İletişim Fakultesi ne ait.                                                                         

Ödül töreninden sonra işin eğlence kısmı başladı ve tamm orada da Enbe Orkestrası bu işi üstlendi ama beni en çok etkileyen dışarıya çıktığımızda kar vardı ve Banvit herkese sucuk ekmekle sıcak şarap ikram ediyordu. Artık bu kış o kadar kar yağdı bi sucuk şarap partisi olmadı da demicem. :)

Ödüllerle ilgili daha ayrıntılı bilgi isterseniz : www.kirmiziodulleri.com