Pazar günü
Sim’in bana “azı dişinde bir şeffaflaşma görüyorum sanki” demesiyle, haliyle
ufak bir kalp çarpıntısı geçirdim. Nedeni; gülmem benim kendi yüzümde ki en
sevdiğim olay. "Allahım gülüşümü de kaybedersem kimseler yüzüme bakmaz"
korkusuyla, Salı günü, istanbul’da her yer yağmur çamur demedim,
Nişantaşından Kadıköy’e bu yağmurda trafik çekilmez demedim, soluğu tonton
dişçimde aldım.
Korkularla
barışmak, fobiyi mecburiyetten hobiye dönüştürmek, beynin kahkahalarla güldüğü
bir eylem gibi.
Neden bunu yazdım; benim bir zamanlar akıllara zarar bir dişçi korkum vardı. Şimdi ise sadece randevu saatinden bir saat önce, öyle gelir geçer bir stres yaşıyorum. Önceden, dişçiye gideceksem, bir gün öncesinden başlardım korkmaya. Evin içinde anlamsız dolaşmalar, ertesi gün dişçide olduğumu düşündükçe basan bir karabasan, hiçbir şey yiyip içeme, gözümün önünden gitmeyen dişçinin bijuuuuu efektiyle ses çıkaran matkabı, dişçi koltuğu, koltuğun yanında ki portatif çeşmeyle altında ki plastik su bardağı… hepsi de ayrı ayrı kabus sebebi olabilirdi benim için.
Ama şimdi
öyle mi. Gidiyorum, yerleşiyorum koltuğa, fonda klasik müzik, karşımda dev
pencerelerden izlediğim Kadıköy manzarası, dolgu yaptığını farkında olmayan ve
heykel yaptığını sanan dişçim. Her şey çok değişti çooook.
Kadıköy’de
bir aksesuarcı da buldum cadde üstünde. Her gidişimde, çıkışta alacağım kolyeleri,
tokaları düşünerek daha bir mutlu gidiyorum. Ben beynimde olayı bitirdim, darısı sizin başınıza. Kahkahalarla gülmek tüm korkulara bedel. Dişçi fobisi yoktur, kötü dişçi vardır.
PS: Evet diş
hekimi demedim, dişçi dedim. Göz doktoruna, gözcü; oryantale de dansöz diyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder