2011 yapımı
olan ve geçen hafta sinemalarda oynayan bu film, son yıllarda açık ara farkla
izlediğim en güzel Fransız filmiydi. Fransız sineması durmuş saat gibi, arada
sırada doğru şeyler yapabiliyorlar.
Film, zengin
ve baştan aşağısı felç olan adamın (Philippe ), şehrin varoşlarından zenci bir çocuğu ( Driss “bildiğin
İdris” ) bakıcısı olarak işe almasıyla
başlıyor. O’nu işe almasının sebebi ise, Driss’in doğallığı ve Philippe’e
acımaması. Driss, o kadar doğal ve sempatik bir oyunculuk sergilemiş ki,
insanın “al bundan, evde bulunsun” diyesi geliyor. İnanılmaz eğlenceli bir film
ama bir o kadar da duygusal. Peki bu duygusallık göze parmak mı olmuş? Hayır.
Hiç bir duygu sömürüsü yok. Ortak zevkleri hiç yok gibi gözüken iki insanın
dostluğunu anlatan, klişe olucak ama “içinizi ısıtan” derler ya, işte aynen
öyle, son derece etkileyici, duygulandırıcı, güldürücü bir film izledim.
En can alıcı
cümlesi Phillippe’nin, ölen eşinden bahsederken “ benim asıl engelim tekerlekli
sandalyeye sahip olmam değil, onsuz olmam” demesiydi. Yaaa, böyle de duygusal
bir adam var filmde.
Son
dönemlerde o kadar kötü filmler geldi ki, intouchables bunların hepsini bir
yere gömüp, “ben geldim” dedi. Bu kadar geç izleyip yazdığım için pişman oldum.
Gerçek hayattan bir masal diyebilirim bu film için. Ağlatmadan duygulandırmak,
üstüne bir de güldürebilmek hiç kolay bir şey değil. Yüzümde ki tebessümlerler
film boyunca hiç eksilmeden kahkahaya dönüştü. İzleyin, pişman olmadığınız
gibi, sonrasında bana teşekkür ediceksiniz. Tek dileğim; Amerikan sineması
uyarlamaya kalkmasın.
PS: Filmin
müzikleri de harika. Filmin başındaki bir sahnede, earth wind and fire’ın
september’ı var diyeyim, siz gerisini düşünün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder