Herkesin
İstanbul’a dönmesiyle birlikte, ben de değişik günler yaşamaya başladım.
Havaların da son güzel günlerini yaşaması sebebiyle kendimi; Çukurcuma’ya
gidiyorum diyerek evden çıkıp, Bebek’de; evde oturucam bugün derken Ataköy
Marina’da, Etiler’e diyerek çıkıp Kapalıçarşı’da bulabiliyorum. Arkadaşlarım
sağ olsun. O kadar programsızlar kiii. Tabi bunun iyi tarafı, günlerimin çok
sürprizli geçmesi, ertesi günkü programımdan asla emin olamamam.
Bu
programsızlığın en tavan yaptığı zamanı geçenlerde yaşadım. Evden Chiliai’a
diyerek çıkıp, kendimi Çayeli kuru fasulyecisinde buldum. Korkma. Çayeli’de
değil. O kadar değil. Ortaköy de. Kem’le arabayla Ortaköy’den Princess Otel’in
oralardan geçerken, birden bana “Bizce Kuru” yazan, esnaf lokantamsı yeri
göstererek “Seçil buranın fasulyesi bi harika, meşhur Çayeli kurufasulyesi”
demesiyle birlikte, arabayı park edip masaya ışık hızıyla oturmamız bir oldu.
Ben kuru
fasulyeden nefret ederim. Yıllar önce Rize’de,(yıllar önce den kastim, taaaa
ben lisedeyken) ailemle gittiğimiz Karadeniz gezisinde Hüsrev’de yediğim bir
fasulye vardı ki, işte ben ondan sonra bir daha fasulye yiyemedim. O kadar
güzeldi ki, hiçbir fasulye aynı tadı vermedi, o fasulyenin yerini dolduramadı.
Annem Çayeli’den fasulye falan getirtti, aynısını yapabileceğini sanarak, ama
kıyısından köşesinden geçmedi. Artık O’na üzülmesin diye “çok da güzel olmuş,
şahane de olmuş, aaaa neredeyse aynısı da olmuş”dedik ama işin aslı çok
farklıydı.
İşte ben
orada yediğim fasulyenin tıpa tıp, neredeyse aynısını o akşam “Bizce Kuru” da
yedim. Önce bir az kuru, az pilavla başlayıp, daha tabağımı bitirmeden ikinci
az kuru siparişini verdim. O derece güzeldi yani. Sadece tavsiye etmiyorum,
gitmeniz ve yemeniz için ısrar da ediyorum. Ben de en kısa zamanda annemle
tekrar gidicem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder