Geçenlerde bir iş için Anadolu Yakası’na geçmem gerekti. Buralara gelmişken Mur’u görmeden olmaz diyerek, işlerimi bitirdikten sonra görüşmek üzere sözleştik. Bana, “Bağdat Caddesi’nde çok iyi bir kahveci var, seni oraya götüreceğim” dediğinde, içimden “ne yani kahveciye mi gideceğiz şimdi” desem de, gidip kahveyi içtikten sonra ne menem bir şeyden bahsettiğini anladım.
Cafe Cadde’nin karşısında, merdivenlerden inerek gittiğim bu yerde dışarıda, minicik masalarda ki tahta iskemlelere oturduk. Öyle nostaljik ve sıcak bir ortam vardı ki, bizim masanın dibinde yerde yatan kocaman bir köpek ( Mur’un golden’ı Lacci ), yanımızdaki masada küçük kızıyla gelen bir adam, arkamızda oturan iki yaşlı teyze ve masadan masaya Lacci’yi sevmeler, bizim küçük kızı sevmemiz falan… hayal et artık sen.
Kahvelerimizi nasıl içtiğimizi söyleyerek siparişimizi verdik. Biz beklerken, dışarıyı, içeriden gelen mis gibi kahve kokusu sardı. Daha sonra kahvelerimiz, yanında çifte kavrulmuş lokum ve minik bardaklarda suyumuz geldi. İlk yudumu aldım ve “ ben Türk kahvesini seviyorum yaa” dedim. Hakkını vererek işini yapan yerleri de seviyorum.
Yarım asırdır olan bir yere ilk defa gitmem, üstelik gittiğimde var olduğunu öğrenmem de benim ayıbım oldu. Kadıköy’de, İstinye Park’da ve Acıbadem’de de şubeleri varmış. Denk gelirsen bir gün, içmeni tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder