Buram buram
özgürlük kokan şehir. Bir mevsim kalsam sıkılmam. Gelir gelmez kendisini,
kendine özgü tavrıyla ve ruhuyla belli ediyor. İnsanlar ekstra rahat burada.
Dünya umurlarında değil. Hemen aklına başka yerlerde illegal olan ama burada
legal olan şeyler gelmesin. Onlardan bahsetmiyorum. Şehir, kanallarıyla, müzeleriyle,
insanlarıyla, parklarıyla ve bisikletleriyle çok güzel bir şehir. Yani demek
istiyorum ki, açık açık; Amsterdam’da
eğlenmek için keke ihtiyacın yok.
Amsterdam’ın
ilginç olan taraflarından birisi; küçük bir şehir olduğu halde sürekli yapacak
bir şeylerin olması. Hatta zamanın yetmemesi.
BİSİKLETLER
Şehre adım
attığında bisiklet trafiğinden başın dönebilir. Buna hazırlıklı ol. Asla es
geçilmemesi gereken kural ise, bisikletlinin kurallarda hep üstün olması. Yani
burada ki genel sıralama önce bisikletli, sonra yaya, sonra araba. İlginç olan
bir diğer şey ise, bisikletlerin o kadar kullanılmasına rağmen çok fonksiyonlu
olmaması. Bunun sebebi Amsterdamlıların, kafaları güzelken, bisikletlerini hep
bir yerlerde unutmaları veya bisikletlerini karıştırmaları. Yani sürekli ondan
ona değişen bir bisiklet sirkulasyonu var. Orada yaşasam kesin kendi
bisikletime bir işaret koyar, kaybolduğunda ise “dönerse benimdir” gibi bir
totem yapardım. Bazı konularda batıllıkta çığır açarım. Oraya gittiğinde,
bisikletini her yerden kiralayabilirsin. Her yer bir bisiklet mesafesi. Diğer
bir ulaşım aracı olarak taksiyi seçersen %90 taksici Türk olacak. Direk
pazarlığa başla.
EŞİTLİK VE
ÖZGÜRLÜK BÖYLE BİR ŞEY OLMALI
Bizim ülkede
en sık söylenen ama uygulamaya gelince vasatın altında olduğumuz yaşanan her
olayda belli olan, anlam olarak baya derin kelimeler bunlar. Amsterdam’da tam
anlamıyla yaşanıyor. Herkes eşit. Eşcinsellerin en rahat yaşadıkları yer
burası. Önyargının ne demek olduğunu bilmiyor buradakiler. Gidersen, bir parka
git otur ve gözlemle. Herkes kendisinden sorumlu. Başı örtülü Hintli de orada,
yanında bikinisiyle güneşlenen kızda orada. Öpüşen çiftler de orada. Tü kaka
yok. Burada ki tek yasak, başkasının özgürlüğünü engellemek.
Coffee
shoplar malum. Şehirde toplam 350 adet var. Ama genelde turistler orada.
Hollandalılar bu merakları ergenlikte yaşamış ve bitirmiş. Bu kadar fazla
olmasının nedeni, uyuşturucudan ve otlardan Hollanda’nın ciddi bir turist
geliri elde ediyor olması. Tavsiyem önüne mönü geldiğinde ne alacağını ve onun
ne gibi etkilerinin olacağını ne kadar zamanda etkili olacağını en ince
ayrıntısına kadar sorman. Diğer bir tavsiyemde hiç bulaşmaman. En basitinden
bir space cake’i bile denememen. Bir bildiğim var ondan söylüyorum. Deneme.
MÜZELER
Ben sadece
üç tanesini gezebildim. Adım başı müze olunca bir şehirde, en çok
duyduklarımdan yana seçim yaptım. Bunlardan birisi “Madame Tussauds” . Dam
meydanında. Ölümsüz aşkım, Hollywood’un olgun serserisi ( asla O’nun için
ihtiyar demem) George Clooney ile fotoğraf çektirerek aşkımızı daha da bir
ölümsüzleştirdim. Ama en ilginç olan, kurdukları bir kamera sistemi ile Charley
Chaplin’le dans edebiliyor olman. Şahsen çok eğlendim.
Diğer
müzemiz “Heineken” oldu. Ben pek bira insanı değilimdir. Sevmem birayı ama bu
müzede arpa gözümde bambaşka bir yere geldi oturdu. Müzeye girdiğinde sana
verilen biletle Heineken teknesiyle bedava kanal turu yapabiliyorsun. Bir de
hediye dükkanından bedava ıvır zıvır alabiliyorsun. Bunlarda müze gezmenin bonusu.
Diğeri
“erotic museum” oldu. Bir çılgınlık yapıp, “amaaan bir daha nerede gideceksin”
diyerek adım attığımız yer. Detay vermek istemiyorum ama bizim için kahkalarla
güldüğümüz baya eğlenceli geçen bir müze aktivitesiydi.
FRENZİ
Amsterdam
sokaklarında boş boş dolaşırken, karnımızın acıkmasıyla kendimizi attığımız,
içinde hiç turist olmayan, Hollanda yemeklerini bulabileceğin restaurant. Çok
sevimli, yemek tavsiyesinde bulunan bir garsonu da var. Dam meydanına 10 dk
yürüme mesafesinde , biraz içerilerde kalıyor ama kanalın dibinde yemek yerken
buna değdiğini düşünüyorsun.
YAPILMAZSA
OLMAZ
“Red Light
Street” diğer gidilecek yer. Önce gördüklerine şaşırarak bakıyorsun, sonra
senin gibi bakan turistleri görünce “bir ben bön bön bakmıyorum” diyerek
rahatlıyorsun.
Amsterdam’lılarla
aynı havayı soluyayım diyorsan olman gereken yer “jordaan” bölgesi. Orada bir
cafe de oturarak şöyle bir etrafına bakıp “bu adamlar ne yaşıyor biz ne
yaşıyoruz” isimli derin düşünce havuzuna giriş yapabilirsin.
Kanal Turu
kesinlikle yapılmalı. Oraya gidip kanal turu yapmadan dönmek olmaz. Ama
yukarıda da belirtmiştim. Heineken Müzesi’ne giderek bu turu bedavaya
getirebilirsin.
Peynir
yenmeli. Muhakkak bir peynir dükkanına girip, bütün peynirlerinden denemelisin.
İnanılmaz lezzetliler.