“Bu kış kulaklık, eldiven, atkı kombinasyonumu nasıl bedavaya getirdim” konu anlamlı yazımı okuyorsun şu an.
Her şey yazın Datça’da dolanırken başladı. Datça’da genellikle can sıkıntısından dolanılıyor. Çarşısında gezerken, köylü kadınların tezgahta sattıkları parmaksız örgü eldivenleri görmemle, “aaa bunlar süper durur ya” diyerek atlamam bir oldu. İki çifti pazarlıkla 15 TL’ye falan alarak eldiven olayını hallettim.
İkinci aşama atkı aşamasıydı ki en kolayıydı. Annem sağ olsun, evdeki yünlerden birisiyle halletti o işi. Atkı hepten bedavaya gelen bir olay oldu. Bir öpücük falan verdim anneme karşılığında. Bildiğin öpücükle aldım ayol.
Şimdi en sevdiğim olaya geliyorum. Çünkü bunda gerçekten emek harcadım. Nişantaşı’nda bir butikte bir kulaklık beğendim, görür görmez bayıldım. “Benim olmalı” diyerek, fiyatına baktığım anda kalbim hızla atmaya başladı, gözlerim bir çizgi kahramanından daha edepli bir şekilde açıldı, hafif bir kalp sekmesiyle elimdeki kulaklığı yerine bıraktım. Fiyatı 350 TL. “yuhh” diyorsan de, ben de dedim. Bir hışımla çıktım dükkandan, ani bir planla aynısından yapmaya karar verdim.
Tabi ki de adresim aradığın her şeyi bulabileceğin, aramaya inanarak çok şeyler başarabileceğin, kalabalığın arasından sağ çıkarsan, akşam eve dönüp çayını içerken, aldıklarına yaptıklarına bakıp ne kadar karda olacağını hesaplayarak keyifli anlar yaşayacağın, anlamsız kahkahalar atacağın, bir rüya semt olan Eminönü oldu.
Bih’le birlikte ilk önce bijutericilerden başlayarak kulaklık aramaya başladık, belki 20 dükkana girdik çıktık aradığımız gibi yok. Olanlarda toptan satıyorlar. Toptan satıcıların havası uzay. “Biz toptancıyız, parekendeci değil” derken seslerinde oluşan “defolun gidin, küçük hesap yaptırmayın” tınısından ve gözlerinde oluşan kinayeden bahsetmeyeceğim. En sonunda, tatlı dilimizin, güler yüzümüzün, sevimliliğimizin yüzü suyu hürmetine bir toptancı “biz parekende vermiyoruz ama hadi sizi üzmeyelim” dedi. “aslansın, kaplansın, üzme tabi bizi ya, üzülecek kızlar mıyız biz” dedim ama içimden dedim. Adama sadece “teşekkürler” diyerek kulaklıklarımızı aldık.
Taşçılara doğru ilerlerken, ve artık yorgunluktan zor adım atar hale gelmişken, taşçı karşımıza çıktı. İçeriye girip “kulaklıklara taş bakıyoruz” dememizle, tezgahtar kızların “ayyyy çok tatlı oluur bunlar, biz de yapalım” demeleri bir oldu. Biz de, tüm uyanıklığımızla “madem bu kadar istiyorsunuz, bunları burada yapıştıralım sizde görün” diyerek, taşları da kızlara yapıştırttık. Evet, bir çakal karlosluk söz konusu.
İşlerimizi halledince, “e , buradan Galata’ya gidelim. Dinlenelim biraz” dedik. Galata da dayanamayarak yine küçük butiklere daldık ve naranaraaamm!! Eminönü’nde bijutericilerde gördüğümüz bir çok aksesuar ( en başta yakalıklar olmak üzere) Galata’da ki butiklerin aksesuar bölümlerindeydi. O an, onların da en az bizim kadar çakal karlos olduklarını anladım.
Sonuç: bu kış acayip karlıyım, öyle böyle değil. Creatif kişiliğime sağlık.
Çıkarılacak ders: aramaya inanırsan, Eminönü bir cennet.